Son beş liram ile çorba içme kararı almıştım.Saatime göre semtimdeki insanların geneli uyuyordu.Asıl rengi lacivert olan gri montumu askıdan alıp giydim.Evden çıkmadığım dördüncü gün dolmamıştı.Çünkü ben artık küçüklüğümden beri korktuğum o ıslık çalan karanlık sokaktaydım ve benden bazen para almayan çorbacıya doğru yürümeye başlamıştım bile. Korkuyordum. Çünkü bu sokak sanki benden bir gün bir şeylerin intikamını alacak, gırtlağıma yapışacak ve 'Geber ulan yavşak!' diyecekti.Fakat neyse ki Allah sokakların konuşmasını yasaklamıştı ve ben bunları düşünürken sokak bitivermişti.Adımlarımı önceki sokağa nazaran yavaşlatmıştım. Ellerim cebimde, soğuğu yara yara gidiyordum.İlkokul arkadaşım Rıfkı'nın bakkalını da geçtikten sonra cebimdeki kırık tabakadan bir sigara çıkardım.Bazı sigaralarım bu tabaka yüzünden sürekli eziliyordu.Acaba dönüşte Rıfkı'dan yeni bir sigara tabakası istesem mi diye düşündüm.Tam bunu düşünürken her kış düzenli olarak beni rahatsız eden o ıslaklığı hissettim.Sol ayakkabımdan içeriye yine su sızıyordu.Sanırım son beş liramı kendime vermeliydim.'Ne gerek vardı ki bu saatte çorbacıya gitmeye' diye kızmaya başladım kendime.Ben böyle kendimle kavga ederken üst komşum Burçak'ın abisi geliyordu karşıdan.Hayır, selamlaşmamalıydık. Çünkü ayaküstü tüm hayatını anlatabilen bir adamdı Rüstem Abi ve işin kötü tarafı, espri olduğunu düşündüğü o anlamsız cümlelerine veya gülüşlerine benim de kahkahalar atmamı bekliyordu. Ona karşı bu görevi yerine getiremiyordum.Beni henüz görmemişken beremi burnuma kadar çekip ayakkabımı bağlıyor gibi yaparak sola doğru eğildim.Onun geçmesini beklemek on beş yirmi saniye sürdü ve o her saniyeyi tanınma korkusuyla geçirdiğim için durumun iğrençliği zirve yapmış durumdaydı ki sonunda bi hışırtıyla yanımdan geçip gitti.Ayaklanınca biraz daha hızlı adımlarla ilerledim ve beş dakika kadar yürüdükten sonra dükkanı gördüm.Camda büyük harflerle yukarıdan aşağıya doğru 'ALİ USTA' yazıyordu.Kapıyı aralayıp içeriye girdim.Adam beni görünce gülümseyip beremi düzeltti.Ne içeceğimi sormadan aramızdaki tezgahın üzerine bir tabak mercimek çorbası bıraktı ve beni lavabonun yanındaki masaya yönelttikten sonra arkamdaki adamlara 'Ne içersiniz gözüm? Mercimek, işkembe, kelle paça?' diye sordu.İçeride telaşlı bir hava ve işkence denilebilecek kadar rahatsız edici bir gürültü vardı.Tabak kaşık sesleri, sandalye gıcırtıları, musluktan kirli bulaşıklara akan tazyikli suyun sesi, kasaya vuran bozuk para sesleri ve bazı müşterilerin kahkahalarının içine özenle sıkıştırılmış birkaç küfür.Tüm bunlardan kendimi soyutlayamadan lavabonun yanındaki masaya oturdum.Henüz 13-14 yaşlarındaki yüzü sivilceli garson bir çocuk yanıma gelip masama beş dilim ekmek bıraktı.Pul biber getirmesini istedim.Yan masadan pul biberi alıp bana uzattı.Çorbama pul biberi ekledikten sonra yavaşça karıştırmaya başladım.Çorbanın sıcaklığı soğuk yüzüme vuruyordu.Sanki yıllardır ihtiyacım olan şey bu çorbaydı. Hızlıca içip bitiriverdim.Son dilim ekmeğimle tabağın içini pırıl pırıl ettikten sonra tezgaha gidip fiyatını zaten bildiğim çorbanın fiyatını sordum.'Beş lira' dedi. Kırışmış olan beş liramı düzeltip ona verdim.Bir bardak çay istemeyi düşünüyordum, fakat içerideki kalabalıktan, kapıdan sürekli girip çıkan müşterilerin telaşından dolayı çay isteme fırsatı bulamadan kendimi dışarıda buldum.Havadaki sis epeyce artmıştı.Sokak lambaları kendine dahi yetemiyordu ve bazısıysa hiç çalışmıyordu.Çorbanın verdiği sıcaklıktan aldığım rahatlıkla biraz dolaşmak istedim.Küçükken Mıstık ve Müslüm ile beraber, bahçesindeki kümesten kuşlarını çaldığımız bir ev vardı şu arka sokakta.Bir an çocukluğumu özlediğimi hissedip oraya doğru yürümeye başladım.Ağzıma bir sigara tutuşturup ilk sağdan saptım.Yokuşu çıkarken fark ettim ki çorbacıda otururken sırtım açılmış.Etrafıma baktım.Sokakta kimseler yoktu.Sigaramı ağzımda tutarak iki elimle kemerimi açtım.Ardından kazağımı pantolonumun arasına sokup sıkıca kavradıktan sonra yukarı çektim.Şimdi sımsıkı olmuştu.Daha rahat yürüyordum.Fakat
yollar iğrençti.Sanki buralardan dinozorlar geçmiş de adım izleri kalmıştı.Her yer yarıktı.Biraz daha ilerledikten sonra bahçesinden kuşlarını çaldığımız o evi gördüm.İşte tam karşımdaydı.Kümes hala bahçenin giriş kapısının dibindeydi ve yalnızca zayıf bir çivi yamultulup kilit olmuştu bu kümese.Yani yine istesem, yine çalabilirdim.Bahçeden içeri bir adım atıp yavaşça kümesin kapısını açtım.Beyaz kuşları çok severdim.Birisini çıkarıp ellerimle sıkıca kavradım.Sevdim.Öptüm.Onları çok seviyordum. Müslüm'ün burnunu kıracak kadar çok.Biraz sevdikten sonra tekrar yerine bıraktım.
“Bıraktığından emin misin bakalım! Ne malum seni bu hale getiren adamın, kuşların sahibi olmadığı? ”
"Bıraktım dedim ya memur bey."
“Ee hiç mi kimse görmedi seni”
"Hayır.Lambalar yanmıyordu.Herkes uyuyordu.Zaten o mahallede yıllardır herkes kör ve sağırdı."
“Lan artık bir şey diyeceksin sandım.Yarım saattir konuşuyorsun ve hala bir şey olduğu yok.Söylesene artık be adam!Nasıl geldin bu hale?Kim yaptı?Neden yaptı?Bunu yapanı gördün mü?Seni hastaneye getirenleri tanıyor musun?Kimsin nesin söylesene artık yahu!”
"Anlatıyorum ya işte efendim. Hem siz demediniz mi tüm detaylarıyla anlatın diye?"
“Sami abi!Sami aabi!Abi gel.Sen al şunun ifadesini gözünü seveyim.Kafayı yiyeceğim ya!”
“Yahu Müjdat ne oluyor sana yine Allah'ını seversen?”
“Ya bitmiyor abi adamın ifadesi.Bir şey söylemiyor ama sürekli de konuşuyor.İfade mi veriyor öykü mü yazdırıyor belli değil.Kriz geçirtecek bana ya.”
“Tamam tamam.Bana bırak daktiloyu sen git bir sigara falan hiç hadi.Buyur kardeşim devam et sen de.”
"Kuşu bıraktıktan sonra geçip gittim o mahalleden efendim.Evime dönecektim.Aynı yollardan geçmekten bıkmıştım.Değişiklik olsun diye biraz dolaşarak gitmeyi tercih ettim. Razeym Hotel'in orada bi park vardı.Oturup bi sigara içtim.Biraz üşüyünce de yolu daha fazla uzatmadan ilk köşeden sola saptım ve aynı sokaklardan eve dönmeye başladım.Rıfkı dükkanı kapatmıştı.Yetişememiştim.O dediğim ıslık çalan sokak var ya memur bey.Gerçi siz bilmezsiniz.Az önceki barzoya anlatmıştım.
''İşşş doğru Konuş ''
Işte o sokağa girdim.Eve az kalmıştı ki başımın döndüğünü hissettim.Kafam yere vurdu.Yüzüstü düşmüştüm.Kafamın arkasında sıcak bi akış hissettim.Bilincim yerindeydi ama o an konuşamıyordum.Sanki ellerim ayaklarım kesilmişti.Hareket edemiyordum.Birileri sürekli vuruyordu.Sonra birden durdular.Sanırım acemi olan konuştu.'Hassiktir kafası kanıyor!Abi öldü galiba.Yemin ediyorum öldü.Gidelim abi, kaçalım!' diye yalvarıyordu.Ardından diğeri susturdu onu. 'Kes lan! Amma ödlek çıktın.Bir bok olmaz bu ayıya' dedi ve bir iki el üzerimi yoklamaya başladı.Para arıyorlardı galiba.Fakat onlara maddi ferahlık verecek hiçbir şey yoktu üzerimde.Bir an konuşmayı denedim ve daha yeni gıkım çıkacakken, yüzüme tekme attı aralarından biri.Son darbeyi orada aldım.Yani hatırladığım son darbeyi.Zaten oradan sonrasını hatırlamıyorum memur bey.Kolumu da kırmışlar.Hissetmedim bile.”
“Peki ya hiç mi birisini göremedin?”
“Hayır, maalesef.”
“Ya sesler tanıdık mıydı?Kim yapmış olabilir?”
“Sanırım bu son sesi tanıyordum.”
“Kimdi?Adını, soyadını, yerini biliyor musun?”
“Evet ama emin değilim.Hem o neden bana böyle bir şey yapsın ki?”
“O kim?”
“Söyleyemem.”
“Ne demek söyleyemem! Böyle yaparak sana nasıl yardımcı olmamızı bekliyorsun?”
“Bilmiyorum.”
“Eeh bana ne yahu.İyi madem.Şikayetçi değilsin o halde?”
“Şikayetçiyim.”
“La havle velaa.Yardım et o zaman kardeşim.Ben nereden bileyim ıslık çalan sokak neresi.Sana arkandan kimler vurdu.Sihirli küreden bakıp onları bulacağımı falan mı bekliyorsun?”
“Haklısınız ama çok yorgunum.Sağlıklı düşünemiyorum şimdi.Eve gidip biraz dinlensem ve yarın yeniden gelsem?Yani yanlış bir şey söylemek istemiyorum.Kimseyi suçlayamam.Biraz dinlenmeye ihtiyacım var.Lütfen beni anlayın.”
“İyi.Yalnız yarın da böyle bir şeyleri gizlersen seninle uğraşmam haberin olsun.Hadi geç.Arkadaşlar seni evine bıraksın.”
“Çok teşekkür ederim efendim İyi akşamlar.”
“Neciiiiiip! Eve bırakın şunu.”
Gerçekten anlamıyordum. Ta ki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder