Piyale (1926) adlı kitabın önsözünde şiir görüşünü şöyle açıklar:
“Şair ne bir gerçek habercisi, ne meramını düzgün olarak süslü ve güzel sözlerle anlatan insan, ne de yasa koyucudur. Şairin dili düzyazı dili gibi anlaşılmak için değil ama duyulmak üzre oluşmuş, müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın bir dildir.
“Şair ne bir gerçek habercisi, ne meramını düzgün olarak süslü ve güzel sözlerle anlatan insan, ne de yasa koyucudur. Şairin dili düzyazı dili gibi anlaşılmak için değil ama duyulmak üzre oluşmuş, müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın bir dildir.
Düzyazıdaki
üslubun oluşması için zorunlu ögelerin hiçbiri şiir için söz konusu olamaz.
Şiir ile düzyazı birbirleriyle ilişki olmayan ayrı kurallara bağlı, ayrı
anlanlarda, ayrı boyutlar ve biçimler üstünde yükselen iki ayrı mimaridir.
Düzyazı akıl ve mantıkın ürünüdür. Şiiri doğuran ise akıl bölgelerinin dışında,
gizemler bilinmeyenin geceleri içine gömülmüş, yalnız, nurlu sularının ışıkları
vakitli vakitsiz duyuyla kavranabilen ufka yansımış kutsal ve adsız kaynaktır.
Şiirin
ölçülerine ve hareketlerine öykünmeye özenen bir düzyazı nasıl sahteyse,
düzyazını açıklığı ve türdeşliğini benimseyen gölgesiz bir şiirin hazin
çıplaklığı da o derece sahtedir. Denilebilir ki şiir düzyazıya çevrilemiyen
nazımdır.
Şair genel
dilden ayrılmış, sözcükleri yeni anlamlarla zenginleşmiş, her harfi yeni
ahenklerle tanınan, tarzı ve edası bir başka ölçeğe göre düzenlenmiş, güzellik,
renk ve hayal ile dolu kişisel bir dil meydana getirdiği andan itibaren yapıtının
açıklığı ya da kapalılığı okura göre değişmeye başlar. Zira açıklık yapıta
olduğu kadar okurun da zeka ve ruhuna bağlı bir sorundur. Her yerde olduğu gibi
bizde de günlük gazetelerin tembel alıştırdığı okur şiir de kolay bir zevk
bulamaz. Oyşa şiir, anlaşılmak için, ruh ve zeka yeteneğinden başka çetin bir
hazırlanma, hatta, ışık, hava ve zaman koşulları gibi güç bazı dış etmenlerinde
yardımını ister.
Şiirler bazı
bölümlerin tam anlaşılamaması, belirsiz kalması şiir için kusur değildir, tam
tersine güzellik açısından zorunludur da.
Üslüpta
köreltici bir açıklık, İngiliz estetikçisi Ruskin’in dediği gibi, imgeleme
yapacak hiçbir şey bırakmaz, o zaman da sanatçı en değerli yardımcısı olan
okurun ruhundan gelecek desteği yitirmiş olur. Sanat yapıtının en büyük hedefi
imgelemi kendi buyruğu altına almaktır. Bir yapıt bunu başaramazsa, diğer bütün
üstünlük ve erdemlere sahip olsa bile sanat yapıtı olamaz.
Konu, gece
içinde güller gibi, tümcenin ahenkli karanlığında ve güzel kokulu heyecanı
içinde bir yarım şekil alarak, ancak sezilir bir halde bırakılırsa imgelem onun
eksik kalan kısımlarını tamamlar ve ona gerçektekinden bin kez daha coşkulu bir
yapı verir. Örenlerin, uzaktan gelen seslerin, bitmemiş resimlerin, kaba
yontulmuş resimlerin güzelliği hep bundandır. Hiçbir yüz düşlendiği kadar
gerçekte güzel değildir. İlk kez kapılarından gece girdiğimiz kentin gündüzki
görünümünün hayal için en hazin bir düş kırıklığı olduğunu kim deneyleriyle
bilmez? İmgelemi, yarasa kuşu gibi, ancak şiirin yarı karanlığında uçabilir.
Kısaca, şiir
peygamberlerin gözü gibi çeşitli yorumlara elverişli bir genişlik ve kapsam
taşımalı. Bir şiirin anlamı diğer anlam almaya elverişli oldukça, her okuyan
ona kendi yaşamının anlamını da katar ve
böylece şiir, şairlerle insanlar arasında ortak bir etkilenme dili olma
payesini kazanabilir. En zengin, en derin ve en etkili şiir herkesin istediği
tarzda anlayacağı ve dolayısıyla sonsuz duyarlılıkları içerecek bir genişliği
olan şiirdir.
Sınırlı ve
belirli bir anlamın çemberi içine sıkışıp kalan şiir insansal duygular
sınırının mahşerini çevreleyen o belirsiz ve akıcı şiirin yanında nedir?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder